İnsanların haksızlıklara karşı susmasını ve eninde sonunda zalimlerin yenileneceğini anlatan en iyi dizelerden biri şudur “Onlar sanıyorlar ki biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki biz sussak tarih susmayacak. Tarih sussa hakikat susmayacak.” Dünya tarihinin yakında dönemde gördüğü en büyük soykırımlardan birini gerçekleştiren Çin Komünist rejimi, Müslüman Uygurları yok etmesine karşı çıktığı için eşim Rushan Abbas’ı ve onun ailesini cezalandırıyor. Komünist diktatörlüğün yaptıklarını dünyaya duyuran kız kardeşinden intikam almak için Dr. Gulshan Abbas, sözde ‘terör örgütü’ suçlaması ile 20 yıl hapisle cezalandırılıyor. Ama zalim Komünist rejimin durumu tam da yazının girişindeki sözlerle örtüşüyor. Onlar zannediyorlar ki ömrü boyunca hastalarından başka bir şey düşünmemiş, bir karıncayı bile incitmemiş, bir trafik cezası bile ödememiş emekli bir doktoru dört duvar arasına atınca Eşim Rushan Abbas, ben ve Uygurlar seslerini kısıp kenarda bekleyecek. Bu zalim yönetimin yaptığı bu son hamle ise sadece Müslüman Uygurların mücadele azmini kamçılıyor, tıpkı Rushan Abbas’ın “2 yıl önce ne söyledi isem yine aynısını söylüyorum. Kız kardeşimi serbest bırakın. Sizin aptallığınız ve ahlak yoksunluğunuz Çin kelimesi artık insanlığa karşı işlenmiş suçlarla aynı anlama geliyor” dediği gibi.
Her ne kadar, internetin ve cep telefonu teknolojisinin hayatın her anını kuşattığı bir dönemde yaşasak da yine de ne olduğunu bilmeyenler için bir kez daha Doğu Türkistan’da neler olup bittiğini anlatmakta fayda var. Orta Asya’nın kalbi, Müslüman Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar ve diğer Türk toplumlarını ana vatanı Doğu Türkistan’da son yıllarda Çin komünist diktatörlüğü tarafından dünyanın Nazilerden sonra gördüğü en büyük soykırım yaşanıyor. Kimse Çin’in inşa ettiği gaz odaları nerede diye sormasın. Çünkü; eğer bir toplumun kadınları, nesilleri devam etmesin diye zorla kısırlaştırılıyorsa; milyonlarca insan toplama kamplarına gönderiliyorsa; o toplama kamplarında genç kızlara tecavüz ediliyorsa; insanların evlerine zorla gelip birileri yerleşip kadınlarla aynı yatağa girmeye kalkıyorsa; sadece sakal bıraktığı için insanlar hapse atılıyorsa; anne karnındaki bebekler öldürülüyorsa; küçücük çocuklar anne ve babalarından koparılıp komünist propaganda içinde yetişsin de yetimhanelere konuyorsa; genç kızlar zorla başkaları ile evlendiriliyorsa; yurt dışındaki akrabasını aradı diye insanlar sokaktan toplanıp çalışma kamplarına gönderiliyorsa bu bir soykırımdır. Eğer bunların soykırım olduğuna inanmayan varsa, Birleşmiş Milletlerin Soykırımı Önleme Sözleşmesi’nin maddelerini okusun sonra tekrar bir daha düşünsün.
Birleşmiş Milletlerden bahsedilmişken şunu söylemekte yarar var. BM, Nazilerin dünyayı sömürme hırsı ile milyonlarca insana soykırım uygulaması ile başlattığı 2. Dünya savaşından sonra kuruldu. 2. Dünya savaşı sırasında Nazilerin yaptığı soykırımının bir numaralı faillerinden ve Hitlerin her zulmünü meşrulaştıran Propaganda bakanı Gobbels’in sekreterliğini yapmış Burhilde Pomsel, ölmeden bir süre önce The Guardian gazetesine verdiği röportajda hiçbir şeyden haberi olmadığını savunmak için şöyle söylüyordu: “Arkadaşım Eva dahil olmak üzere kaybolan Yahudilerin, Sudetanland’da boşalan köylere yerleştirilmek üzerine gönderildiğine inandık. Buna inandık, yuttuk, tamamen makul görünüyordu.” Pomsel’in bu sözleri bugünkü BM’nin ve İslam ülkelerinin durumunu anlatıyor. Çünkü Çin Komünist diktatörlüğünün 2014 yılında inşa etmeye başladığı toplama kampları 2017 yılında ayyuka çıkınca herkes acaba bu devirde böyle şeyler olur mu diye soruyor. Pekin diktası ise hem suçlu hem de güçlü olduğu için rahatlıkla, “Evet biz toplama kampı inşa ettik, ama bir sorun niye inşa ettik” yüzsüzlüğünü gösteriyor. Soranlara da “Biz o kamplarda eğitim veriyoruz” cevabını yapıştırıyor. Ne BM, ne İslam ülkeleri ne de batılı ülkeler çıkıp da ya bu devirde ne eğitim kampı hangi yüzyılda yaşıyoruz demiyor. Hatta Çin’in Müslüman Uygurların kanı bulaşmış parasının peşine düşen Suudi Arabistan Veliahtı Muhammed Bin Selman koşa koşa gittiği Çin’de Pekin’in anlattığı hikâyeyi tekrarlıyor. Her gün televizyonlarda Kur’an-ı Kerim yayını yaptıran İran’ın Mollaları, ‘ya olur mu öyle şey insan Kur’an-ı Kerim okuduğu için eğitim kampına gönderilir mi’ gibi bir soruyu sorma cesareti göstermek yerine Xi Jinping’in anlattığı masallarla uyumaya devam ediyor. Amerika’da Avrupa’da üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ‘sponsorluk adı altında’ yedikleri Çin’in parası karşısında sus pus oluyor. Çünkü, onlara, Gobbels’in sekreterinin o dönemde yaşananları vicdanında bastırmak için sığındığı gibi Çin’in yalanlarına sarılmak kolay geliyor. Eğer bir ülkede Dr. Gulshan Abbas gibi doktorlar, Rahile Dawut gibi profesörler, Hursan Hassan gibi sinema yönetmeni, Yalkun Rozi gibi yazarlar bu kamplara konuluyorsa bunun adı eğitim kampı değil soykırım kampıdır. Bu aydın insanlarla birlikte elini etiğini dünyadan çekmiş annem ve babam, yeğenlerim ve çoluk çocuk herkes kamplara gönderiliyorsa bu düpedüz soykırımdır. Buna inanmayanlar güneşin doğudan doğduğuna da inanmamak hakkına sahiptir.
İşte güneşin doğudan doğup, batıdan batması kadar gerçek olan bu hakikatleri, 21 yüzyılda yaşanan Çin Komünist rejiminin soykırımını duyurmak için eşim Rushan, 2018 yılının eylül yılında, Amerika’da bir düşünce kuruluşunda bu zulümleri dünyaya haykırıyor. Eşim, kayınvalidesi ve kayınpederinin 2017 yılının nisan ayında Çin Komünist rejiminin polislerince alınıp götürdüklerini Doğu Türkistan’daki zulmün bir örneği olarak anlatıyor. Peki otoriter Çin rejimi ne yapıyor, Xi rejimi soykırım gerçeğini inkar edemeyeceği için eşimin ablası Dr. Gulshan Abbas’ı intikam amaçlı kaçırıyor. Uluslararası hukukun en temel kuralı şudur, bir kimse aksi ispatlanıncaya kadar suçsuzdur. Yani ortada bir suç ve bu suçu belgeleyen deliller olması lazımdır. Bu en basit kuralı bile çiğneyen bütün uluslararası sözleşmeleri emperyalist emelleri uğruna pas pas eden Pekin rejimi “Dr. Gulshan Abbas’ın suçu nedir?” sorusuna cevap vermeye bile tenezzül etmiyor. Kız kardeşi, kızları ailesi günlerce aylarca Dr. Abbas’ın nerede olduğunu bulmaya çalışıyor ama kimse bir şey öğrenemiyor. Bir insan suçlu dahi olsa o insanın yakınlarının onun hakkında bilgi talep etme gibi en insani ve en temel esasları bile çiğneyen Çin hükümeti kimseye cevap vermiyor. Bir yandan da mahalleyi haraca bağlamış kabadayı gibi dünyaya ‘ortak kader topluluğu, eşit kalkınma ve refah, hukuk devleti’ masallarını anlatmaya devam ediyor. Aradan aylar geçiyor zorluklarla Dr. Gulshan Abbas’ın nerede olduğuna dair bilgi geliyor.
Dr. Abbas, 2019 yılının Mart ayında ‘terör örgütü üyesi’ suçlaması uyduruk bir mahkemede yargılanıyor ve 20 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Peki neymiş bu suçun kapsamı? Bilen var mı yok? Önceki gün Amerika’da düzenlenen toplantıda Kongre üyelerinin ve insan hakları temsilcilerinin tepki göstermesi üzerine kameralar karşısına geçen Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Gulshan Abbas’ın 20 yıl hapse mahkûm edildiğini doğruluyor. Reuters muhabirinin sorusuna verdiği cevap ise bir kez daha komünist Çin rejiminin uluslararası hukukun kurullarını ve evrensel insan haklarından ne kadar habersiz olduğunu gösteriyor. Sözcü Gulshan Abbas’ın terörist organizasyona üye olmak, terörist faaliyetlere yardım etmek ve kamu düzenini bozacak şekilde insanları bir araya getirmek iddiasıyla yargılandığını söylüyor. Peşine kurduğu cümleler ise tam anlamıyla otoriter bir rejimin propagandası; şöyle ki, “Çin, kanunlarla yönetilen bir ülkedir. Kanun dışı her eylem cezalandırılmalıdır. Amerikalı politikacılar buna saygı göstermeli, dedikodu yapmamalı Sincan’ı kullanarak Çin’in içişlerine karışmamalı.” Neresinden tutulsa lime lime dökülecek, disotopik otoriter bir rejimin her harfine propaganda mekanizması ile şekil verilmiş açıklamaya bakıldığında Çin’in yaptığı zulümleri itiraf ettiği görülüyor. İlk asılsız suçlama Dr. Abbas’ın terörist organizasyona üye olma iddiası. Gulshan Abbas, emekli bir tıp doktoru, yıllarca gecesini gündüzüne katmış hastaları ile ilgilenmiş ve bu ağır mesaiye dayanamadığı için hastalanmış ve erken emekli olmuş, çok iyi derecede Çince konuşan ve kanunları bilen bir insan. Sağlık gerekçeleri ile emekli olmuş köşesine çekilmiş bir hanımefendi herhangi bir örgüte üye olmakla suçlanacaksa bu ancak insanlığa yardım örgütü olmalıdır. Yoksa komünist diktanın hiçbir delil ve belge sunmadan yapıştırdığı yaftalarla suçlu ilan edilemez. İkinci suçlama terör örgütlerine yardım. Eğer, Doktor Abbas’ın emekli olduktan sonra bile Doğu Türkistan’da köylerden gelen gariban hastaları ellerinden tutup hastaneye götürmesini Çin komünist rejimi tarafından örgüte yardım olarak değerlendiriliyorsa bilemiyoruz. Ama, Çin rejimi, intikam olsun diye kaçırdığı Dr. Gülshan’ın haklarını savunan kız kardeşi Rushan Abbas ve kızı Ziba Murat’ın gayretlerini örgütlü faaliyet ve eşimle beraber kurduğumuz Uygur Hareketini sözde ‘terör örgütü’ olarak değerlendiriyorsa, bu Pekin hükümetinin dünyanın görmüş göreceği en baskıcı devlet olduğunun göstergesidir. Çünkü Uygur Hareketi’nin tek bir amacı vardır o da Çin tarafından soykırıma tabi tutulan Uygur halkının ve Dr. Abbas’ın insan hakları konusunda savunuculuğunu yapmaktır.
Daha ironik olan ise, Amerika’daki kızını ziyaret edip döndükten sonra Urumçi’de kendi halinde yaşarken ansızın rejim polislerince alınıp götürülen Dr. Abbas’ın insanları bir araya toplayarak kamu düzenini bozmasına dair iddia. Gulshan Abbas etrafına hangi kalabalığı toplamışsa, Urumçi’nin her metrekaresini gözetleyen kameralar yakalamamış. Eğer varsa Doktor Abbas’ın etrafındaki kalabalığa dair bir görüntü o da hastanede görev yaptığı dönemlerde beraber çalıştığı insanların ona karşı sevgilerini göstermek için etrafını sardıkları görüntü olur ancak. Yok eğer Çin hükümeti, ‘kamu düzenini bozmak’ sözü ile Doğu Türkistan’da uyguladığı soykırımın dünyaya duyurulması için mücadele eden Doktor Gulshan’ın kız kardeşi Rushan, kardeşi Rishat Abbas ve bizim faaliyetlerimizi kastediyorsa o zaman bilsin ki biz onların zalim düzenlerini bozmaya ve onları rahatsız etmeye devam edeceğiz. Açıklamayı yapan sözcü madem hukuk kuralları içinde yönetilen bir ülke olduklarını iddia ediyor o zaman onlara düşen bu sözde mahkemenin ve uyduruk suçlamaların delillerini paylaşmalı. Yoksa ‘biz hukuk devletiyiz’ demek yeterli olsaydı eminiz Hitler’e sorulduğunda o da Yahudi soykırımını kendi hukuk kuralları içinde yaptığını söylerdi.
Açıklamanın sonundaki suçlama ise Doğu Türkistan’ın Çin’in iç işlerine karışmak maksadıyla başka devletler tarafından kullanılması iddiası. Eğer biri bir ülkenin iç işlerine karışmama konusunda söz söyleyecekse bunu en son komünist Çin rejimi söylemeli. Myanmar’da Arakanlı Müslümanların, Rohingya’dan sürülerek soykırıma tabi tutulmasını perde arkasından yöneten, İran’da Covid-19’la ilgili Çin’i eleştiren sözcüye ayar veren, Malezya’da kurdukları sömürge düzeninin devamı için büyükelçisini siyasi parti toplantılarına yollayan Pekin hükümeti mi ‘iç işlerine karışılmasın’ diyor, geçiniz! İşte bu nedenle Amerikalı Kongre Üyesi, Chris Smith’in “Bu Xi Jinping’in yaptığı bir soykırımdır” sözü Çin zulmünün tek cümlede özetliyor. Dün konu ile ilgili olarak düzenlenen toplantıda söz alan Dr. Gulshan’ın kızı Ziba Murat, “Kendisini uluslararası topluma meşru bir hükümet olarak tanıtan rejimin bugüne kadar hiçbir suça karışmamış insanlarla hakkında herhangi bir neden olmaksızın hapse atılması kabul edilemez” diyor. Rushan Abbas’ın sözleri ise uluslararası toplumun Çin Komünist partisinin zulüm politikaları nasıl yenildiğini ortaya koyuyor, “Dünyanın böylesi şeytani bir düzeni tolere etmesi karşısında şaşkınım. Bizler bu mücadeleyi kayıp mı edeceğiz. Şu anda dünyanın vicdanı test ediliyor. Burada kaybeden sadece benim kız kardeşim veya yakınlarım değil insanlık kaybediyor.”
Son olarak hatırlatmak gerekirse ne diyordu Hitlerin propaganda bakanı Gobbels, “Propaganda esnasında yalan söyleyin inananlar olacaktır. Eğer başarısız olduysanız söylemeye devam edin” Bugün göründüğü kadarıyla başta İslam dünyasının önde gelen liderleri, batılı devlet adamları, akademisyenleri ve dünya kamuoyu bu zalim düzenin propagandalarına inanmış görünüyor. Bu yalan propagandaya inanmayan bizler ve diğer insan hakları örgütlerinin Çin’in soykırımına karşı başlattığı mücadele sona ermeyecek ve onların yalanları ve işledikleri vahşet tek tek ortaya çıkacaktır. O gün geldiğinde kimsenin ‘haberimiz yoktu’ demek gibi bir lüksü olmayacağı için bu zulümlere sessiz kalanlar tarihin kurduğu gerçek vicdan mahkemelerinde yargılanacak ve işbirlikçi olarak damgalanacaktır.