Koğuşlardan ‘kaybolan’ genç kızlar, geri geldiklerinde köşeye çekilip sessizce ağlıyordu.

Çin’in sözde ‘eğitim’ gerçekte işkence merkezi olan kamplarından kurtulan Tursunay Ziyawudun’un yaşadıkları buzzfeeds.com sitesinde Megha Rajagopolan tarafından kaleme alındı. Şöyle diyordu Ziyawudun, “Bazı akşamlar genç kızlar ortadan kayboluyordu. Sonra geri getirildiklerinde hiçbir şey söylemiyorlardı. Sadece bir köşeye çekilip sessizce ağladıklarını duyuyorduk.”

Megha Rajagopalan

İngilizce yayınlanan makalenin Türkçe tercümesi aşağıda yer alıyor.

“Çin’in Müslümanlar için kurduğu acımasız kamplardan kurtuldu, şimdi geri gönderilme ihtimali ile karşı karşıya”

Karlı bir günde Çin’in hapishane kamplarının ağır demir kapısını geçerek adım atmıştı, ki hayatının 39. Yılının büyük bir kısmını geçirdiği yerden. Tursunay Ziyawudun artık özgürdü, ancak yumuşacık toplar gibi yağan ve her tarafı battaniye gibi örten kar onda büyük bir boşluk ve üzüntü oluşturdu. Daha sonra, hissetme kabiliyetini yitirdiğini düşündüğünü söyleyecekti.

Ziyawudun, (41) Çin’in kötü şöhreti ile bilinen kamplarından kurtulan ve komşu ülke Kazakistan’a giden bir avuç Uygur Müslüman’dan birisi.

10 ay mahkum gibi tutulup herhangi bir suçlama dahi yapılmadan, 2018 yılının Aralık ayında salıverildi Ziyawudun. Aylarca süren kabuslar, sorgulamalar ve kamp görevlilerinin ritüel haline getirdiği aşağılamalardan sonra, Kazakistan’da sonunda güvendeydi. Uzun saçları koparılmış, devlet propagandasını yayınlayan televizyon kanalını bitmeyen saatler boyunca seyretmek zorunda kalmış ve hayatının her saniyesi kameralar tarafından filme alınmıştı. Her geceyi uykusuz geçirmiş, tecavüze uğrayacağı korkusunu yaşamıştı.

Eşi, Kazakistan vatandaşıydı ve orada yasal olarak kalmasını sağlayacak vizesi vardı. Fakat geçen yıl, bazı kötü haberler aldı, Çin’e geri dönmeli ve Kazak vizesi alması gerektiği söylendi eğer kalmak istiyorsa.

Kazak hükümeti, bunun tamamen prosedür olduğunu söylüyordu, fakat Ziyawudun, Çin’e geri dönmesinin yeniden yakalanması anlamına geldiğini biliyordu.

Çin, Şincan’ın uzak batı bölgelerinde kurduğu yüzlerce kampta 1 milyondan fazla Uygur, Kazak ve diğer Müslüman azınlığı hapsetmişti. Çin Hükümeti’nin bunu savunmak için başlattığı radikalizmle mücadele ve toplumdaki aşırılıkların giderilmesine dair açıklaması ve kampanyaları, Amerika Birleşik Devletleri, Avurpa Birliği, BM Yetkilileri ve Küresel İnsan Hakları organizasyonlarınca kınanmaya devam etmişti. Doğu Türkistan ile sınır olan Kazakistan, kamplardan kurtulan binlerce Kazak kökenli için varış noktasıydı. Ancak, Ziyawudun gibi Uygur kökenli olarak orada ancak belirli bir süre kalabiliyorlardı.

Ziyawudun, kamplarda tutuklu olarak kalmış, başına gelenlerini kamuoyuna anlatabilen az sayıdaki insanlardandı, Çin hükümetince  bu konuda sessiz kalması gerektiği söylendiği halde. Çünkü, Çin yönetimi, bağımsız gazetecilerin Şincan bölgesine girmesine ve oraya ulaşmasını çok ağır kısıtlamalar getirmişti, bu da onun yaşadıklarının detaylandırılmasını güçlendiriyordu. Fakat onun anlattıkları, BuzzFeed News’in kamptan kurtulmuş diğer kişilerle yaptığı görüşmelerde yer alan, kampların yapıları, günlük verilen görevler ve aktiviteler gibi içeride olanlarla örtüşüyordu.

Ziyawudun, ayrıca göçmen kayıtlarını, Kazak Göçmenlik Otoritesi ile olan yazışmalarla birlikte belgediği için BuzzFeeds News tarafından doğrulandığı anlamına geliyordu.

Ziyawudun, yaşadıklarını, Almatı’da apartman arasında sıkışmış olan ve şu anda yaşadığı köye birkaç saat mesafedeki bir yerde anlattı. Koyu bir kot pantolon, açık renk bir başörtü takmış olan Ziyawudun sesi, kuru öksürük nedeniyle boğuk çıkıyordu. Fakat buna rağmen saatlerce konuşabildi. Çin Komünist Partisi’nin görüntülerinde kampların içindeki hayatın ‘eğitim’ ve ‘güvenilmez’ vatandaşların çokluğunun gerekçesi olarak gösterilme absürtlüğüne müstehzi bir şekilde güldü.

Fakat, ne zaman ki onun Kazakistan’daki yeni hayatındaki belirsizlik ve Çin’e gönderilip aynı şeyleri yaşamama ihtimali üzerine konuşunca, bütün vücudu sarsılmış ve hıçkırmaya başladı. “Çok dehşete düşüyorum” dedi, “Eğer Çin’e geri gönderilirsem, kendi zihnimde kararımı verdim, kendimi öldüreceğim.”

Ziyawudun, 1978 yılının yazında, Doğu Türkistan’ın Yili bölgesinde, Kazakların çoğunlukta yaşadığı küçük bir köyde dünyaya geldi. Ailesi, küçük çiftliklerinde sığır yetiştiriyordu ve oradaki beş Uygur aileden biriydi, fakat O hiçbir zaman yabancılık hissetmedi. Köyü dağlarla çevrili, yakınlarında berrak suların aktığı kaynaklar vardı.

 

Evlendikten sonra aynı bölgeden Kazak kökenli olan kocası ile birlikte Kazakistan’a taşındı ve orada beş yıl yaşadı. Orada medikal klinik de çalıştı. 2016 yılını Kasım ayında kocası ile birlikte Çin’e dönmek üzere sınırı geçer geçmez polisler tarafından hemen gözaltın alındı ve 1,5 saat sorguya çekildi. Polis açık bir şekilde O Uygur olduğu için bunun olduğunu söyledi. Sonra, o kardeşinin yaşadığı yere vardıktan sonra yerel polis karakolundan bir kez daha çağrıldı. Bu sefer göz taraması yapıldı, sesi kaydedildi, tükürük örneği alındı ve parmak izi verdi. Evine geri dönerken yol üstündeki kontrol noktasında durduruldu, o zaman hükümetin kara listesinde olduğunu anladı.

“O zaman korktum ve utandım. İnsanlar etrafımı sarıyordu ve bana sanki bir suçluymuşum gibi bakıyordu” dedi, “Onları düşününce, bunun benim kamplara gönderilmem için bir işaret olduğunu anladım.”

Polis, hem onun hem de kocasının pasaportlarına el koydu ki bu o dönemde Müslümanların seyahat etmelerine engel olmak için yapılan yaygın bir uygulamaydı.

Bundan sonra herhangi bir şey olmadan aylar geçti, sonra, 2017 yılının Nisan ayında polis onu toplantıya çağırdı. Başka Uygur ve Kazakların bulunduğu büyük bir salonda gerçekleşen bu toplantı, ders vermeye dönüştü. Hükümet yetkileri orada bulunan herkesin ‘bazı eğitimler’ alması gerektiğini söyledi.

Buradan sonra polisler onları ‘tatil eğitim okulu’ adını verdikleri yere götürdü. O zaman Ziyawudun, korktu, fakat daha sonra yaşanan kötü olaylar akla gelince, o yer ona tanıdık geldi.

“Dürüst olmak gerekirse, o kadar da kötü değildi” dedi. “Telefonlarımız vardı, kantinden yemeklerimiz. Orada zorla kalmanın dışında diğer şeyler kötü değildi.”

Akşamları, öğretmenler onlara geleneksel Çin danslarının nasıl yapıldığını bahçede öğretiyordu. Bazen de hükümet için çalışan imamlar, ‘radikalizm’den kaçınmanın önemine dair konuşmalar yapıyor, başörtü takmayı örnek olarak gösteriyordu.

Ziyawudun, birkaç hafta sonra serbest bırakıldı. O, iyiydi ancak eşi panik halindeydi. O yakınlarından durumun daha da kötüleşmeye başladığını öğrenmişti. Onlar daha sonra, yüzbinlerce Müslüman azınlığın, whatsApp üzerinden dini vaazları indirip dinledikleri için hükümetin kurduğu kamplara sürüldüklerini öğrendi. Ziyawudun’un eşi polis karakoluna yeniden gidip pasaportlarının verilmesi için yalvardı.

Aylar sonra polis merhamet gösterdi. İkisinden birinin Kazakistan’a geri dönmesi iyiliğinde bulunacaklarını söyledi, polis. Ancak diğer kalacaktı, bir ‘garantör’ gibi. Eğer ayrılan kişi, Çin hükümetini yurt dışında eleştirirse, orada kalan tutuklanabilecek, cezalandırılabilecekti veya daha kötüsü olacaktı.

Ziyawudun’un kocası yaş olarak ondan büyüktü ve Kazak kökenliydi, o kolayca Kazakistan’da kalabilirdi. Bu nedenle O kocasının gitmesine izin verdi, kendi yerine. O sonuçta bu kadar endişe edecek bir durum olmayacağını düşündü. Eğer bundan sonra da bir şey olacaksa, üstesinden gelebilecek güce sahipti.

9 Mart 2018, polis yine kapısını çaldı, ona ‘daha fazla eğitime’ ihtiyacı olduğunu söyledi.

Fakat, onun bu sefer götürüldüğü yer tamamen farklı görünüyordu.

Polis arabası binanın önünde durduğunda, binanın yenilendiğini, korku veren dev metal kapılar, silahlı polisler tarafından korunuyordu. Duvarlar onun boyundan oldukça yüksekti ve üzeri dikenli tellerle çevrili idi.

Daha önce, ağaçların ve çimenlerin bulunduğu bahçeye beş katlı yeni bir bina dikilmişti. Daha sonra bu binanın en büyük tehditlerden biri olduğunu öğrendi.

O gün çok sayıda insan kampa getirilmişti. “Orada yüzlerce insan vardı, genci yaşlısı, kadını erkeği” dedi Ziyawudun. Bir kadının yalvararak küçük çocuklarına ne olacağını sorduğunu gördü.

Polis, kolyelerini ve yüzüklerini çıkarmasını istedi. Hiçbir metalin içeriye girmesine izin verilmiyordu, elbiselerdeki fermuarların bile, Ziyawudun hayatının en korkunç anlarından birini yaşadığını söyledi.

Bir grup kadın, kamptaki yatakhanelerden birine yerleştirildi, ki bu onun daha önce kaldığı yerlerden farklı idi, silahlı güvenlik görevlileri ile çevrili. Her odanın ağır demir kapılarla kapatıldığını gördü. Koridorun sonunda ortak bir lavabo vardı ve herkese sadece 3 dakika kullanma süresi verildi. O gece odadaki kovayı kullanabilecekleri söylendi, gerçek bir aşağılamaydı.

Ziyawudun, eğer hasta olursa salınabileceğini düşündü. Bundan önceki cezalandırma süresi kısa sürmüştü, bunun onun sağlık durumu nedeni ile olduğu aklına geldi. Böylece 4 gün boyunca çorba ve haşlanmış lahanadan oluşan yemeği yemeyi reddetti. Beşince gece açlıktan düşüp bayıldı. Görevliler uyandı ve idareye ne yapacaklarını sordu. Oraya gelen idareci, “Beni neden uyandırdınız? O iyi, o ölmez” dedi. Bundan sonra Ziyawudun yeniden yemeye başladı. Arada bir tutuklular sorgu odasına götürülüyordu, orada geçmişlerine dair saatlerce sorguya çekiliyordu. “Bana, sen güvenilmez bir insansın demişlerdi” diye anlattı Ziyawudun, hafifçe gülümseyerek. Onu sorguya çeken başörtü takıp takmadığını sormuştu, kıyafetlerinin uzunluğunu. Ona ayrıca Kazakistan’da neden o kadar uzun süre kaldığı da soruldu.

Sorguya çekilmelerin dışında, kampta geçen her gün akıl dışı şeylerin yapıldığı dehşet veriyordu ve tuhaftı da. Çoğu günler, mahkumlar ranzalar yerine plastik taburelerde, esas duruşta gibi sırtları düz elleri dizlerinde oturtuluyor, saatlerce Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’i öven devlet televizyonun yayınları seyrettiriliyordu. Bir başka gün Ziyawudun, iki kadının kapıları yumrukladığını ve Kazak olduklarını söyleyerek serbest bırakılmaları için görevlilere bağırdığını gördü. Bu iki kadın hemen oradan alınıp götürüldü, Ziyawudun onları bir daha görmedi.

Kampta yüzlerce kişinin kaldığı belli oluyordu, erkekler ayrı katlardaydı, fakat Ziyawudun bu konudan emin değildi çünkü kendi bulundukları yerden başka yere gitmelerine izin verilmiyordu. Çoğunlukla o ve diğer kadınların bahçeye çıkmaları bile yasaktı.

Ziyawudun’un sağlığı soğuklar ve kötü yemekler nedeniyle kötüleşmeye başladı. Kansızlık hastalığı baş gösterdi. Fakat, kamp içindeki hastane binası daha da kötüydü. Oraya yaralar içinde, dövülmüş ve elektrik şoku verildiğini gösteren izlerin bulunduğu erkeklerin geldiğini gördü.

Ziyawudun’un kaldığı odada 3 kamera vardı ve güvenlik kadınları her zaman gözetliyordu.

2018 yılının haziran veya temmuz ayında, Ziyawudun tam olarak hatırlamadı, görevlilerden biri gelerek bütün kadınların saçlarını kısa kesilmesini söylediğini anlattı. Ziyawudun, bir berberin yapacağını düşünmüştü ancak elinde makasla gelen bir kadın bütün mahkumların saçlarını çenelerine kadar kesti. Neden olduğunu hiçbir zaman söylenmedi. Ancak Buzzfeeds’in görüştüğü diğer kadınlar da aynı durumu yaşadıklarını anlattı. Orta Asya kültüründe uzun saç sadece bir tarz değil, aynı zamanda kadınların güzelliğinin ve zarifliğinin de bir sembolü. Böyle bir şeyi yaşamak Ziyawudun için gerçekten yıkıcıydı.

Kampta kimse, tecavüz olaylarını konuşmuyordu. Bütün konuşmalar, gözetim kameraları sayesinde güvenlik görevlileri tarafından takip ediliyordu. Ama bu korku, her zaman Ziyawudun’un aklındaydı. Eğer taciz edilmiş olsa, ne bunu kimseye anlatabilirdi ne de bir suç olarak şikayet edebilirdi. Her şeyin sonunda o otoriteler tarafından ‘güvenilmez’ bulunarak kampa gönderilen biriydi. Eğer bir kadın tecavüze uğrarsa, ona kim inanabilirdi. Ziyawudun, hayatının hiçbir döneminde kendini bu kadar çaresiz hissetmemişti.

Bazı geceler, genç kadınların bir anda kaybolduğunu, sonra geri geldiklerinde hiçbir açıklama yapmadıklarını aktardı Ziyawudun. Onların odanın karanlık bir köşesinde sessizce ağladıklarını duydu sadece. “Kimse bu konuyu açık bir şekilde konuşamazdı” dedi. Gerçek işkencenin bu olaylar karşısında mahkumların zihinlerine yerleşen zorunlu sessizlik olduğunun farkına vardı.

“Herhangi bir dayak veya taciz olayı yaşamadım” dedi, “Zor olan kısmın insanın akıl sağlığına ilişkin. Şu anda açıklayamasam da mental olarak acı çekiyorsun. Bir yerlerde hiçbir açıklama olmadan zorla tutuluyorsun. Hiçbir özgürlüğün yok. Acı çekiyorsun.”

2018 yılının aralık ayında güvenlik görevlisi koğuşa geldi ve Kazakistan’da akrabası olan var mı diye sordu. Ziyawudun el kaldırdı. Birkaç gün sonra nedenini bilmeden, kimse bir şey söylemeden, 26 Aralık 2018’de kamptan serbest bırakıldı.

Ancak huzur hiçbir zaman gelmedi, “Hiçbir zaman mutlu hissetmedim. Bir çok arkadaşım içeridi. Onlar adına çok özgünüm” dedi.

Uzun bir süre, ev hapsinde tutuldu, bir ziyaretçisi olup olmadığı polis tarafından takip edildi. Bir süre sonra, gerekçesi tam olarak bilinmese de polis onun pasaportunu geri verdi. O, kocasının Kazakistan’da yürüttüğü kampanyanın etkisi olduğunu düşündü.

Ziyawudun’un Kazakistan’a iltica durumunun Mayıs ayı ortasında belli olacağını belirtti, Avukatı.

Ziyawudun, diğer Uygurlar gibi eğer Çin’e geri dönerse yeniden tutuklanacağına inandığını söyledi. Geri dönme düşüncesi onu endişe ile panik yaşamasına neden oluyordu, tıpkı anlattığı sırada sesinin kısık çıktığı gibi. Sonra bir anda kalkıp odada hızlı hızlı yürümeye başlıyordu.

Avukatı, Aina Shormanbayeva, iltica başvuruları konusunda Kazakistan’ın pek de ümit vermeyen bir geçmişe sahip olduğunu kaydetti, “Çoğunluklu cevap hayır. Açık konuşmak gerekirse biz mahkeme başvurmak için hazırız.” Ayrıca, “İnsan hakları ihlalleri konusunda Şincan’da yaşananlar ortada iken, Kazakistan’ın bunun farkında olması ve iltica başvurularını kabul etmesi gerekiyor.” Diye ekledi.

Ziyawudunş, kendini çaresiz hissetti. “Ben Kazak değilim” dedi ve şöyle devam etti “Benim durumum farklı. Bütün Kazak toplumuna yönelik artan bir sorun var. Benim sorunumu benden başka gündeme getiren kimse yok.” Son olarak da Ziyawudun “Bütün ümitlerimi kaybettim. Çok kızgınınım ve duyguluyum. Tek yapabileceğim insanların bilmesini sağlamak” dedi.

https://www.buzzfeednews.com/article/meghara/china-uighur-xinjiang-kazakhstan (Bu makalenin tercümesi Asim Yılmaz tarafından yapılmıştır.)