Bugün dünyanın en önemli gündemi Çin’den çıkan ve 2 milyondan fazla insana bulaşan Coronavirüs ile mücadele. Çin hükümeti hiçbir şey olmamış gibi ellerini yıkayıp kaldığı yerden insan haklarını çiğnemeye ve Müslüman Uygur Türkleri ile diğer muhalif toplulukları hedef almaya devam ediyor. Kendi sınırları içerisinde her türlü sansürü uygulayarak kimsenin kafasını kaldırmasına izin vermediği gibi Uygur Diasporasını da gittikleri ülkelerde, oraya uzanan kolları ile takip ediyor. Özellikle, ilk başta inkâr ettiği ama sonradan kabul edip kendince şirin göstermek amacıyla ‘eğitim kampı’ diye tanımladığı Nazilerin yaptığına benzer kampların ifşa olmasından sonra baskılarını artırdı. Doğu Türkistan davasını dışarıda duyurmaya çalışan herkesi sesi kesilmesi gereken hedef olarak belirledi. Ulaşabildiklerine doğrudan kuklaları vasıtası ile mesaj verdi ulaşamadıklarının yakınlarını kaçırdı. Tıpkı Uygur Hareketi Kurucusu ve Direktörü Rushan Abbas’ın kız kardeşi Gulshan Abbas’a yaptığı gibi.
İnsan hakları ihlalleri konusunda çalışmaları ile bilinen Amnesty International’ın bununla ilgili hazırladığı raporda, tanıklar Çin hükümeti tarafından nasıl susturulmak istediklerini anlatıyor. Rapor için 22 ülkeden 400 Uygur ile birebir görüşmeler yapıldı. Raporda yer alan ve tespit edilen bazı baskı örnekleri şöyle: 21 kişi Çinli yetkililer tarafından yönetilen sosyal mesaj sistemi ile takip edildiğini tespit etti; 39 Uygur telefonlar aranarak yıldırılmak istendi; 181 kişi ne zaman konuşmak istese Çin hükümeti tarafından tehdit edildi.
Bugün kullanıcı sayısı 1 milyardan fazla olan WeChat uygulaması 2014 yılından itibaren Çin’in muhaliflerini yakalamak için kullandığı araca dönüşmüş durumda. Raporda tanıklığına yer verilen Mısırda eğitim görmüş daha sonra Türkiye üzerinden Hollanda’ya sığınmış Yunus Tohti’ye WeChat üzerinden şantaj yapılmış. Mesajda nerede olduğuna ve kimlerle kaldığına dair sorular sorulmuş. O da neden sorduklarını öğrenmek istediğinde “Eğer sorulara cevap vermek istemiyorsan Doğu Türkistan’daki aileni düşün” cevabını almış. Tohti o tarihten bu yana ailesinden haber alamıyor. Amerika’da yaşayan Uygurlardan Erkin, Çinli polislerin ona içinde babasının yer aldığı ve iş birliği yapmasını istedikleri görüntülü bir mesaj almış. Ailesi ile görüntülü görüşürse sorularını cevaplayacağına dair cevap yazdıktan sonra bir daha haber alamamış. Şu anda yakınlarının nerede olduğunu bilmiyor. Amerika’da Houston’da yaşayan Gulruy Asqar da Çin’in Houston’daki konsolosluğundan bazı evraklarla ilgili bilgi vermesi gerekiyor diye defalarca aranmış. O Amerikan vatandaşı olduğu için Çin’in soracağı evraklarla ilişkisi olmadığını söyledikten sonra aramalar kesilmiş. Ancak başka bir kanaldan yine aranmaya devam etmiş. Her seferinde onun kişisel bilgilerini istenmiş. Daha sonra kardeşinin tutuklanıp götürüldüğünü öğrenmiş. Avustralya’da yaşayan Eldana Abbas da benzer şekilde telefonla arananlardan. Abbas, “Etrafımdaki insanlara ve evimin çevresine dikkat etmek gerektiğini düşündüm.” Diyor. Abbas, Çin’in zulmünü durdurmak için gerçekleştirilen aktiviteler sırasında kendisinin ve arkadaşlarının fotoğraflarının çekildiğini belirtiyor. Hollanda’da yaşayan ve aktivistlerden Abdurehim Gani de gittiği yerlerde fotoğrafının çekildiğini ve gösteri yaptıkları sırada bazı Çinlilerin gelip onlara bağırdıklarını dile getiriyor.
Çin Hükümeti, diasporadaki Uygurları başta önde gelen aktivistler olmak üzere adım adım takip ediyor. Yaptıkları her gösteri kimliği belirsiz kişilerce fotoğraflanıyor. Bazen konsolosluğun resmi araçları ile dahi Uygurlar takip ediliyor. Daha sonra fotoğrafları çekilenlerin bu resimleri Doğu Türkistan’daki ailelerine baskı aracı olarak kullanılıyor. Batıdaki Uygurlara ulaşan Çinlilerin en çok yaptığı şey ise onlara diğer Uygurlar hakkında bilgi vermesi için baskı uygulamak. Müslüman Uygur Türklerinden kendi halkını ispiyonlamasını istiyor Pekin yönetimi, tıpkı Nazilerin Yahudilere karşı Alman vatandaşlarını kullanmaya kalkması gibi.
Diğer taraftan, Pekin Yönetimi Müslüman Uygurların insan hakları mücadelesine destek veren batılı akademisyenleri de yıldırmaya çalışıyor. Brüksel’de yaşayan Unirversite Libre De Bruxelles’te görev yapan Fransız kökenli akademisyen Vanessa Frangville çalışmalarının Çinli otoritelerce hedef alındığını anlatıyor. The Atlantic yayınında yer alan bilgilere göre Brüksel’deki Çin Büyükelçisi Frangville’nin görev yaptığı üniversiteye mektup dahi göndermiş. Mektupta Çin-Belçika arasındaki ilişkilere zarar verilmemesi gerektiği ifade edilmiş. Çin yönetimi bununla da kalmayıp Strasborg’da düzenlenen Uygurların insan haklarını savunan konferansa öğrenci gibi giyinmiş iki konsolosluk görevlisini gösterip slogan dahi attırmış. Frangville’nin başına gelenler gibi Finlandiya’da ve Kanada’da benzer hadiselerin yaşandığı belirtiliyor yayında.
Çin hükümeti, bugün nasıl Dünya Sağlık Örgütü’nü de yanına alarak virüs konusundaki gerçekleri gizlemeye çalışıyorsa, aynı şekilde Doğu Türkistan’da yaşananları gizlemeye çalışıyor. Dünyanın en büyük hapishanelerini ‘eğitim merkezleri’ diye pazarlamaya çalışırken bu yalanı ortaya çıkaranları ister Uygur olsun ister batılı akademisyen olsun hedef tahtasına koyuyor. Bu noktada yapılması gereken tek şey, batılı devletlerin artık Çin’e gereken baskı ve yaptırımları uygulaması olacaktır.