“Babamın hayatta olmamasına şükrediyorum, yaşasaydı Çin komünist rejimi onu da toplama kampına atmıştı”

Doğu Türkistan’da Çin Komünist Partisi’nin Müslüman Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar ve diğer Türk halklarına yaptığı soykırım ilk kez uluslararası bağımsız bir mahkemede yargı karşısına çıkıyor. Çin komünist rejimi, mahkeme sürecini karalamak isterken, Doğu Türkistan’da akrabası olan insan hakları savunucularını onların yakınları üzerinden baskı altına almaya çalışıyor. Uygurları savundukları için yakınları soykırıma tabi tutulan insan hakları savunucuları İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Uygur Soykırım Mahkemesi’nde tanıklık yapıyor. Uygur Hareketi’nin (Campaign for Uyghurs – CFU) kurucusu ve İcra Direktörü Rushan Abbas da hem kız kardeşi hem de eşi Abdulhakim İdris’in ailesi için tanıklık yaptı. Mahkeme üyelerinin sorularını cevaplayan Abbas, yurt dışındaki bütün Uygurların ellerinin kollarının bağlı olduğunu belirterek, “Eğer bir Uygur anne ve babası toplama kampına alınmışsa onlara destek için konuşsa bu kez kardeşlerine aynı zulüm yapılıyor” tespitini yaptı. Abbas, 11 yıl önce vefat eden babasının çok özlemesine rağmen, hayatta olmamasına şükrettiğini söylerken, “Babamın hayatta olmamasına şükrediyorum, yaşasaydı Çin komünist rejimi onu da toplama kampına atmıştı.” Çin’in bu soykırımının bedelini hem Doğu Türkistan’dakiler hem de yurt dışındakilerin ödediğini söyleyen Abbas, “Nasıl insanlık dışı ve acı bir durumdur ki bütün yurt dışındaki Uygurlar bunu çekmektedir?” dedi.  Abbas’ın mahkeme üyelerinin sorularına verdiği cevapların detayları şu şekilde:

“1989 yılında Doğu Türkistan’dan ayrıldıktan tam üç ay sonra Tiananmen olaylarında Çin rejiminin kendi çocuklarını, Han Çinlilerini nasıl öldürdüğünü gördüm. Kendi memleketi Çin tarafından işgal edilmiş biri olarak insan nasıl hissedebilir ki? 1949 yılındaki işgalden bu yana Çin rejimi Uygurlara baskı yapmak için bir sürü yafta yapıştırdı. Ayrılıkçı, karşı devrimci, Pan-türkist, 11 Eylül’den sonra terörist gibi isimler taktı. Böyle bir yönetim hakkında ne insan ne düşünür ki, bu rejim, benim aile üyelerimi rehin almıştır.

Kız kardeşim ve teyzem benim Uygur insan hakları konusundaki faaliyetlerim yüzünden, beni susturmak ve bana doğrudan mesaj göndermek için konuşmamdan 6 gün sonra misilleme olarak tutuklandı. Kardeşimin ne ile suçlandığı konusunda herhangi bir delil veya bir mahkemeye dair aile fertlerine verilen bir bilgi yok. Çin Dışişleri Bakanlığı’nın ortaya attığı asılsız iddiaların dışında bir başka bilgi de yok. O emekli bir doktor. O kendi halinde yaşayan kanunlara saygılı hiçbir politik bağlantısı olmayan sıradan mütevazi bir hayata sahip insan. Sadece onunla ilgili ortaya atılan asılsız iddialar var.

Kız kardeşim annemin vefatından sonra benim için anne gibi olmuştu, benden beş yaş büyüktü. Onunla devamlı telefonlaşır görüşürdüm. Ancak 2017’de orada şartların değişmeye başladığını görünce görüşmeleri kesmek zorunda kaldım. Kız kardeşimin iki kızı da Amerika’da yaşıyor. Onlar O’nunla görüşmeye devam ettiler. Küçük kızı bebek bekliyordu, büyük kızı Ziba’nın da üç aylık bebeği vardı. Bu nedenle onlar her gün görüşüyorlardı. Onlarla 12 Eylül 2018’de görüştüğümde büyük bir panik içinde olduklarını ve annelerine ulaşamadıklarını öğrendim. Onların anneleri ile yani kız kardeşim ile son görüşmeleri 10 Eylül 2018 akşamı idi. İlk başta telefonun kırıldığını veya bir yere gidip yanında telefonunu götürmediğini düşündük. 5 hafta boyunca bekledik. Ondan bir daha haber alamayınca bu konunda sesimi yükseltmeye karar verdim ve harekete geçtim.

AMAÇLARI BENİ SUSTURMAKTI, AMA BENİM ARTIK KORKACAK BİR ŞEYİM YOK

Çin’in kız kardeşimi ve teyzemi kaçırırken hangi rasyonalite ile kaçırdıklarını bilmiyorum. Ancak gerçek olan şu ki onlar beni susturmak istedi. Aynı zamanda diğer Uygurlara da emsal teşkil etmesi içindi bu adım. Eğer herhangi biri kaybolan bir yakını hakkında sesini çıkarırsa Rushan’a ne olduğuna bakın mesajı vermek istediler.  Ancak, Amerika’da yaşayan ve oranın vatandaşı olarak yasalar çerçevesinde haklarımı savunduğum ve sesimi yükselttiğim için bu konuda ödenebilecek en yüksek bedeli ödedim. Benim faaliyetlerim yüzünden kız kardeşim kaçırıldı. Bu noktadan sonra ne çekinecek ne de korkacak hiçbir şeyim yok. Çünkü ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmaya devam etmemiz gerekiyor.

Eşimin yakınlarının durumu hakkında da hiçbir bilgimiz yok. Kimler hayatta kimler değil, kimi nereye gönderdiler, kim organ kaçaklığının kurbanı, hangi çocuk neredeki komünist yetimhanesine veya hangi aileye gönderildiğine dair hiçbir bilgimiz yoktur. Eşimin uykusuz gecelerinin, hiçbir şey yapamamasının acısının şahidiyim. Eğer bir insan yakının öldüğünü bilse onun cennete gitmesi için dua eder, ama bu durumda insan ne diyebilir ne düşünebilir? Nasıl insanlık dışı ve acı bir durumdur ki bütün yurt dışındaki Uygurlar bunu çekmektedir? Kime sorsanız aynı cevabı alacaksınız. Onlar ayları yılları sayıyorlar, ‘şu kadar ay oldu şu kadar sene oldu bir kez bile görüşemedim’

İnsanlarınız, yakınlarınız soykırımla ve tamamen yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya iken nasıl iyi olabilirsiniz. Ben ailemin en genç üyesiyim. Babam beni sözde kültür devrimi sırasında, Uygur entelektüel olarak hedef gösterildiği dönemde, işsiz kalıp, yeniden eğitim merkezleri olduğu dönemlerde yetiştirdi. Babam 11 yıl önce vefat etti, bugün onu çok özlüyorum. Ama düşünün ki, şu anda babamın aramızdan olmamasına şükrediyorum, ki O böyle bir dünyayı görmedi. Onun vefat etmesine seviniyorum, bu sağlıklı bir durum mu? Eğer O hayatta olsaydı, milyonlarca Uygur gibi toplama kamplarının karanlık zindanlarında atılmış olacaktı. Evde bile olsa kendi kızının alınıp götürülmesinin acısı ile baş başa kalacaktı. Eşim de aynı şekilde. O gecenin bir yarısı kalkıyor, onu ya ağlarken ya da bir şeyler yazarken görüyorum, göğsündeki acıları hafifletmek için. Biz bu durumdaki tek bir aile değiliz, biz diasporada aynı durumdaki milyonlarca Uygur’dan biriyiz. Bu öyle bir durum ki, model olarak gösterilen, herhangi bir politik durumu olmayan Çin’in örnek kabul ettiği insanların yakınları bile toplama kampına gönderildi, sadece Uygur oldukları için.

KUŞAK VE YOL PROJESİ İLAN EDİLDİKTEN SONRA TOPLAMA KAMPLARI YAPILMAYA BAŞLANDI
Ben, Doğu Türkistan’dan ayrıldıktan 30 yıl sonra kız kardeşimin kaçırılması hadisesinin neden yaşandığı konusuna bakıldığında ise şunu ifade etmek gerekir. Bu hadiseden yıllar önce 2008 yılında Çin’de yapılan Olimpiyatlar Pekin rejiminin her şeyden sıyrılabileceğini gösterdi. Uygurlara, Tibetlilere, Moğollara, Hristiyanlara veya demokrasi talep edenlere yönelik baskı yapmıştır. 2008’den sonra baskılar artmaya başlamıştır. Benim son ziyaretim 2005 yılındadır ve o tarihten buyana gitme imkanım olmadı. Xi Jinping döneminden itibaren baskılar daha artmaya başladı. O dönemlerde bile doğum kontrolü politikası Uygurlara daha ağır şekilde uygulanıyordu. Uygur kadınlara ilk çocuktan sonra üç yıl boyunca hamile kalmak yasaktı. Han Çinlilerinin Doğu Türkistan’a yoğun bir şekilde yerleştirilmesi politikası daha da baskın şekilde devreye sokuldu. Uygurların soykırıma maruz kalmasının temel nedeni olan ve 2013 yılında Xi tarafından ilan edilen Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nden sonra toplama kampları 2014’te inşa edilmeye başlandı. Kız kardeşimin kaçırılması bu gelişmeleri takip eden dönemde oldu.

Fakat şunu vurgulamak gerekir ki bütün Uygurlar hedef alınmıştır. Uygur entelektüeller, kanaat önderleri, akademisyenler hedef alındı. Kardeşimin doktor olduğu göz önüne alındığında onun da bir şekilde hedefe konulacağını da düşünmek gerekir. Uygular hedef alınırken onların yakınlarının birçoğu bu konuda herhangi bir insan hakkı aktivizmi içinde veya ortaya çıkıp başlarına gelenleri anlatma veya bizim gibi tanıklık yapma konusunda diğer yakınlarının başlarına bir şey gelmesin korkusu ile bir şey yapamadı. Eğer anne ve babası toplama kampına alınmışsa onlara destek için konuşsa bu kez kardeşlerine aynı zulüm yapılıyor veya tam tersi. Bizim başımıza gelenler onlar için canlı bir örnek.

NE BAŞKASININ RESMİNİ ÇALMAK, TAŞIDIĞIM TEK RESİM ABLAMINDIR

Çin Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, kendi resmi Twitter hesabında benim resmimi yayınlayıp beni CIA için çalışan, Guantanamo işkencecisi, Amerikan güvenlik birimleri için çalışan biri olduğumu iddia etmiştir. Bu Çin komünist rejiminin beni küçük düşürmek için kullandığı bir söylemdir. Benim çalışmalarıma gölge düşürmek istemektedir. Çin’e karşı çalışan biri hakkında ‘CIA ajanı’ yaftası vurmak çok yaygın taktiklerden biridir. Global Times Network’teki bir haberde, kız kardeşimin sözde terör suçlaması ile hapse konulduğunun Dış İşleri Bakanlığı tarafından hapse atılmasının ortaya çıkmasından bir yıl önce, benim başkasının kimliğini çalarak yakınınım kaybolduğunu söylediğim yalanını yazmışlardır. Kız kardeşim kaybolduğundan beri onun resmini taşıyorum, ne kimsenin resmini, ne de bir başkasının bilgisini çalıp kullanıyorum. Benim kullandığım tek resim ablam Gulshan Abbas’ın resmidir. Bu haberden bir yıl sonra Çin Dışişleri Bakanlığı çıkıp onun ismini söyleyip tutuklandığını itiraf etmiştir.

Özgür Asya Radyosu’nda yer alan habere göre de üniversiteden arkadaşım Qeyser Qeyum toplama kampına gönderilmek istenmiştir. Toplama kamplarının durumu içler acısıdır. Bu nedenle o toplama kampına gitmemek için direnmiştir. Ağustos 2017’de polisler onu götürmek üzere işyerine geldiğinde toplama kampına gönderilmemek için 8’inci kattan kendisini atmış ve canına kıymıştır. O’nun  götürülme gerekçesine bakıldığında ise durum şudur. O dönemde birçok entelektüel, aydın, yayıncı hedef alınmıştır. Bundan birkaç yıl önce Eğitim Departmanı, aralarında Yalkun Rozi’nin de bulunduğu bir grup aydın insana, orta okul ve lisedeki öğrencilere yönelik Uygurca bir ders kitabının hazırlanması için talimat vermiştir. Bu görev hükümet tarafından verilmiş ve tamamlanmıştır. Hükümet tarafından sonrasında kontrol edilmiştir ve her şey uygundur. Ancak Chen Doğu Türkistan’a gelene kadar. O bütün kuralları ve politikaları değiştirmiştir. Bütün entelektüeller toplama kampına gönderilmiştir.  Ayrıca ünlü profesörler Rehila Dawut, Abdulkadir Jelaleddin, benim üniversitemden Sultan Malim ve diğer birçok akademisyen, Uygur entelektüel olduğu için hedef gösterilmiştir. Bu nedenle Qeyser Quyum da hedef gösterilmiştir.  Onlara dair suçlamalarda ‘ayrılıkçılık’ ve benzeri durum yoktur. Sadece onların yazdığı Uygur edebiyatı, tarihi, kimliği gibi konuları desteklemeleri suç kabul edilmiştir. Eğer bir insan kendi kültürü veya kendi kimliği ile ilgili konuşuyorsa bu ayrılıkçılık mıdır? Bu nasyonalist milliyetçi Çin rejiminin Uygurları yok etme adına kullandığı gerekçelerdir. Uygurlara yönelik bu politika Pekin tarafından gönderilmekte ve Chen tarafından uygulanmaktadır.

DOĞU TÜRKİSAN’DA SELAMÜN ALEYKÜM DEMEK BİLE SUÇ

Bugün Çin rejimi, en basit ibadetleri yasak kabul etmiştir, ki namaz kılmak, camiye gitmek, Ramazan’da oruç tutmak, Kaşgar ve Hoten’de bir çok kadın başörtüsü takmak dahil.  Eğer benim eşimin kız kardeşleri bir şey yapmışsa sadece başlarını örtmüşlerdir, tıpkı Hoten’de birçok kadın gibi. Hatta, en basit şekilde Selamün Aleyküm demek bile kanun dışı sayılmaktadır. Çin komünist rejimin son 4-5 yıldır İslam dininin gündelik hayattaki en rutin ve basit pratiklerini bile ‘yasa dışı’ faaliyet olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle insanları tutuklamakta ve toplama kamplarına göndermekte, hatta onları en ağır hapis cezaları ile cezalandırmaktadır.

Doğu Türkistan’da insanların hangi dini ibadetleri yerine getirme hakkı veya hangilerini yapmamaları gerektiğine dair bir netliğin olduğunu düşünmüyorum. 2014 yılından önce hatta Xi Jinping’in iktidara gelmesinden önce kısmı bir özgürlük dönemi vardı ve insanlar ibadetlerini yerine getirebiliyordu. Çin rejiminin talebi üzerine din adamlarından Muhammed Salih Hajim, Kur’an-ı Kerimi Arapça’dan Uygurca’ya tercüme etmişti. O bu tercümeyi Çin devleti istediği halde yapmasına rağmen toplama kampına gönderildi ve toplama kampında 80 yaşının üzerinde iken hayatını kaybetti. Bütün dini aktivitelerin yapılmasına hükümet tarafından izin verilmişti. Bazı insanlar Hac için Mekke’ye dahi gitmişti, kimileri de hükümetin faaliyetlerine izin verdiği seyahat şirketleri aracılığı ile Abu Dabi kimileri Türkiye’ye gitti. Bunların hepsi sonradan suça dönüştü.  Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkeye seyahat eden herhangi bir Uygur, ağır hapis cezalarına çarptırıldı.  Kız kardeşimin kaybolduktan sonra onun izin bulmak adına ve onun sesini duyurmak adına Avustralya’dan Türkiye’ye Kanada’ya kadar birçok ülkeye gittim. Bu seyahatlerde, anneler, çocuklar, öğrenciler ve kardeşlerini arayan binlerce Uygur ile görüştüm.  Onların aileleri kayıp. Mesela Türkiye’de eğitim gören bir öğrencinin annesi oğlunu Türkiye’de ziyarete geldiği için suçlu kabul edildi ve ağır hapis cezası aldı. Aynı şekilde Dubai’de yakınları ile kısa bir tatil döneminde bir araya gelen insan da cezalandırıldı. Xi Jinping’in soykırım politikasının sonucunda daha önce Uygurlar için normal kabul edilen ne varsa hepsi sonra suç oldu. Bu nedenle kimse neyin yasal neyin illegal olduğunu bilemez.

New York’ta veya çeşitli yerlerde Çin rejiminin bu soykırımına gerekçe bulmaya çalışanlar Pekin’de veya başka şehirdeki camileri göstererek bakın sorun yok diyordu. Ancak bizim anavatanımızda bunları yapmak suç kabul ediliyor.

İslam dininin ibadetlerini yerine getirmek Çin’in üç kötülükle mücadele diye tanımladığı ‘dinde aşırılık’ kısmına sokuluyor. Bu kapsama sokulması 2016 yılında Chen Quanguo’nun Ağustos 2016’da Komünist Parti’nin Sekreteri olarak Doğu Türkistan’da görevlendirilmesinden sonra yaygınlaştı. Ancak bunun ilk uygulaması 2014 yılında ilk toplama kampının inşa edildiği döneme dayanmaktadır. O dönemde başka bir uygulama daha yapıldı ve polislere yetki verildi ki bu yetkiye göre eğer kırmızı ışıkta biri koşarak geçerse polis onu silahla öldürebiliyordu. Özgür Asya Radyosu’nun duyurduğu bu gelişmede örneğin genç bir çocuk bu şekilde hayatını kaybetmişti. 2016 yılına ait dokümanlara bakıldığında Chen’in Doğu Türkistan’da Çin merkezi hükümetinin etnik temizlik yapılmasına dair emrini ilettiği yer alıyor ki bu da soykırımın başlamasıdır. Çin’in kendi resmi evraklarında yine yer almaktadır ki, “İlk önce onların direncini kırın, köklerini kurutun, bağlarını koparın ve kaynaklarını yıkın” demektedir ve burada Uygur halkı işaret edilmektedir. Bu belgeler Uygur halkının yok edilmesinin ortadan kaldırılmasının amaçlandığını göstermektedir, bugün gördüğümüz soykırımdır.

Diğer taratan, Uygurların yurt dışına gidip eğitim görmesi tehdit olarak görülüyor ama bu durum Han Çinlileri için geçerli değil. Özellikle Uygurların batı ülkelerine gidip orada demokrasi ve insan hakları konusunda kendilerini yetiştirmelerini tehdit olarak görüyorlar. Çünkü bizler, Çin komünist rejimi tarafından Uygur halkına yönelik soykırım konusunda sesimizi yükselttiğimiz, insanların bu konuya ilgi duymasını ve Uygur halkının onurunu korumasını istiyoruz.”