Uluslararası toplumda II. Dünya Savaşı travmalarının izleri hala silinmemiştir. Özellikle Almanya’da Nazi yönetiminin yaptıkların hesabı sorulmaya devam etmektedir. Bu büyük acı apaçık ortadayken, dünya yeni bir soykırım gerçekliği ile karşı karşıya kalmıştır. Çin Komünist rejiminin Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar ve diğer toplumlara yönelik soykırımına ilişkin her gün yeni kanıtlar ve yeni belgeler ortaya çıkmaktadır. Bu inkar edilemez duruma rağmen, Almanya liderliğindeki Avrupa Birliği’nin Çin ile masaya oturması, Batı’nın Holokost’tan sonra ‘bir daha asla’ sözünü unuttuğunu göstermektedir.
Nazilerin 2.Dünya Savaşı’nda uyguladığı sisteme baktığımızda, Çin Komünist Rejimi’nin bugün Doğu Türkistan’da yaptıklarına benzer bir durum görülmektedir. Çin’in Dünyaya hakim olma yolunda kurulan sistemi korumak için, toplama kamplarında kalan ve köle gibi çalışanların, Nazilerle işbirliği yapan şirketlere köle gibi gönderilmesi standart bir uygulama olmuştur. Örneğin hazır giyim dünyasının ünlü markasını kendi adıyla kuran Hugo Boss, 1923’te tekstil fabrikasını kurduktan 12 yıl sonra Nazi Partisi’ne katılmıştır. New York Times’da yayınlanan habere göre Nazilerin üniformaları bu markanın yöneticisinin Hitler’in partisine katılmasından sonra üretilmeye başlanmıştır. Polonya ve Fransa’dan insanlar getirtilerek fabrikalarda çalışmaya zorlanmıştır. Bu günde dünya toplumu benzer bir süreç ile karşı karşıyadır. Dünyanın en büyük pamuk üreticisi Çin’dir. Hem hammadde avantajı hem de işçilik avantajı nedeniyle Zara, Marks & Spencer, Nike, Adidas gibi markalar, üretimlerini Pekin hükümetinin uzantısı olan ve Doğu Türkistan’daki toplama kamplarının yanında inşa edilmiş sanayi bölgelerinde yaptırmaktadır. Kuruluş felsefesine insan haklarına ve çevreye zarar vermemek gibi uluslararası değerler katan Batılı şirketler, Müslüman Uygurların köle olarak çalıştırıldığı fabrikalardan hizmet almaktadır. Hugo Boss’un bugün Naziler için yaptığı üretimdeki lekeyi silememesi gibi, batılı şirketler de gelecekte bu lekeyi silemeyecektir.
Alman şirketlerinin Nazilerin Yahudi soykırımına karışmasının bir başka örneği Continental’dir. Bu şirket otomotiv parçaları üretmektedir. İkinci dünya savaşı sırasında toplama kamplarında kalan 10 bin kişiyi köle gibi çalıştırmıştır. Geçen ağustos ayında New York Times’ta yayınlanan makale, Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden Paul Erker’in araştırmasına yer vermiştir. Araştırmaya göre 1871 yılında Yahudi bankerler tarafından kurulan şirket, 1933 yılına kadar Yahudi yöneticiler tarafından işletilerek dönemin en büyük ve en liberal şirketlerinden biri haline gelmiştir. Ancak Naziler iktidara geldikten sonra tüm Yahudiler yönetimden çıkarılmıştır. Bu şirket, 2.Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunun araçları için lastikler, kurşun geçirmez yakıt tankları ve gaz maskeleri üretmiştir. Continental, Fransa ve Belçika’dan köle işçileri işe getiren ilk şirketlerden biri olmuştur. Firma, o dönemde otomotiv parçalarıyla birlikte askerler için kauçuk tabanlı botlar da üretmiştir. Bu botlar toplama kamplarında tutuklular üzerinde test edilmiştir. Bu testler sırasında Nazi memurları, tutuklulara yüksek sesle Alman askeri şarklarını söyletilmiştir. Yaklaşık 75 yıl sonra, dünya bir kez daha Alman otomotiv şirketlerinde ve toplama kamplarında zorla çalıştırma zulmüne şahit olmaktadır. Müslüman Uygurların köle olarak çalıştırıldığı, Çin’in soykırım düzeninde Alman otomotiv şirketleri Mercedes-Benz ve BMW’nin isimleri geçmektedir. BMW’nin en büyük hissedarı Quandt ailesinin 2.Dünya Savaşı’nda 50 bin kişiyi köle gibi çalıştırdığı belirtilmektedir. BMW’nin Alman ordusu için askeri teçhizat ürettiği ve bunun için köle işçi kullandığı vurgulanmıştır. Şirketin kuruluşunun 100. yıldönümünde yayınlanan mesajda, “Bugüne kadar, bunun neden olduğu büyük acılar ve birçok zorunlu işçinin kaderi en derin pişmanlık konusu olmaya devam ediyor.” açıklamasını yapılmıştır. Ancak aynı şirket, Çin Komünist Partisi’nin soykırım suçuna, Uygurların köle olarak çalıştırıldığı düzenden yararlanarak ortak olmaktadır. 2. Dünya savaşı sırasında isimleri Nazi soykırımı ile anılan Alman şirketleri bugün de Çin soykırımı ile anılmaktadır. Avustralya Stratejik Politikalar Enstitüsü’nün (ASPI) 2020 yılı başında hazırladığı Uygurların köle olarak çalıştırılmasını belgeleyen raporda Almanya’nın bir başka otomotiv devi Volkswagen’in de adı geçmektedir. O dönemlerde nasıl ki bu fabrikaların başında Nazi subayları, köle gibi çalıştırılan Yahudilere her türlü zulmü yaparken, marş söylettiriyorsa bugün de Çin Komünist rejiminin görevlileri, Doğu Türkistan’daki fabrikalarda rejimin doktrinlerini zorla okutturmaktadır.
Aradan 75 yıldan fazla bir sürenin geçmesine rağmen Almanya’nın kendi içinde hesaplaşmasının devam ettiği üniversitelerin ve gazetelerin yayınladıkları araştırmalar ile görülmektedir. Almanya’nın bu hesaplaşmasını inceleyen Türk akademisyen Dr. Gonca Kişmir’in çalışması bu konuya ışık tutmaktadır. Kişmir’in de çalışmasında yer alan önemli bir hesaplaşma adımı, dönemin Alman Cumhurbaşkanı Willy Brandt’ın 2. Dünya savaşının sembollerinden Varşova Yahudi Gettosu kurbanları anısına dikilen heykelin önünde, 7 Aralık 1970 tarihinde diz çöküp bütün insanlıktan özür dilemesidir. Aradan 15 yıl geçtikten sonra dönemin Almanya Şansölyesi Helmut Kohl, ABD Başkanı ile Ronald Reagan ile birlikte Bitbur’daki SS6 subaylarının mezarlarını ziyaret etmiştir. Orada gömülü askerlerin 2. Dünya savaşı sırasında Fransız sivillere katliam yapmaları nedeniyle bu ziyaret büyük tepki çekmiş ve Almanya’nın soykırımla hesaplaşması karnesinde eksi not olarak yer almıştır. Helmut Kohl ismi ise bugün Çin’in insan hakları konusunda bu kadar pervasızca hareket etmesine kapı açan iki Helmut isminden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer Helmut, yani Helmut Schmidt, Çin Komünist Partisi rejiminin dünyaya egemen olmasına destek veren isimlerden biridir. Schmidt, ve onun öğrencisi Gerhard Schröder ‘ekonomi yolu ile entegrasyon’ “Wandel durch Handel” adlı doktrini ortaya koymuş ve Çin’in zenginleştiğinde komünist ve otoriter zihniyetini terkedeceği gibi dünya hayal etmiştir. Politico dergisinde yer alan değerlendirmeye göre, kimyasal madde üreticisi BASF, 2020 yılının mayıs ayında 10 milyar dolarlık bir yatırıma karar vermiştir. Yıllardan beri devam eden bu ekonomik ilişkinin büyümesi Almanya’yı, Çin’in insan hakları ihlalleri başta olmak üzere, uluslararası evrensel değerleri yerle bir eden politikaları karşısında suskun kalmasına yol açmıştır. Çin’den çıkıp dünyayı felaketin eşiğine getiren virüs salgını döneminde bile iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin büyümesi nedeniyle Şansölye Angela Merkel, Hong Kong, Tibet ve Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallerine karşı Çin’e tepki gösterilmesi çağrılarına sessiz kalmıştır.
Alman hükümetinin ve Alman sanayisinin önde gelenlerinin konuları sadece ekonomik perspektifinden değerlendirdiği milyarder iş adamlarından Jürgen Heraeus’un “Biz, Çin’i bizim kültürel ve insani değerlerimizle değerlendiremeyiz” ifadesinde görülmektedir. Bu zihniyet iki Helmut’tan beri devam etmektedir. Ancak bu bakış açısı uluslararası toplumun önde gelen ve Avrupa Birliği’nin iki büyük kurucusundan biri olan Almanya’da 2. dünya savaşı öncesinde Hitler ile iş birliği yapan iş dünyasına benzer tabloyu ortaya çıkarmaktadır. Nitekim, Alman şirketlerinden, zehirli gazlarla öldürülen Yahudilerin bedenlerinin yakılarak ortadan kaldırılması için sofistike teknolojilerle ‘özel fırınlar’ üreten Topf & Sons şirketinin Nazi subayları ile yaptığı yazışmalarda ‘sizinle iş yapmak zevkti’ notu düşmesi akla gelmektedir. DW’de konuyu makale haline getiren Jacek Lepiarz’ın çalışmasında yer aldığı üzere, şirketin yöneticileri orada soykırımın gerçekleştiğini bile bile sadece konuya ‘iş’ olarak bakmış ve nazilerin katliamlarını daha nasıl kolaylaştıracaklarına odaklanmıştır. Şirketin kurucusu ise Nazilerin 2. dünya savaşında yenilmesinden sonra zehir içerek intihar etmiştir. Topf & Sons’un ‘iş’ diye görüp binlerce insanın yakılmasını hızlandıran teknolojiyi geliştirmesi hem Alman sanayisi hem de Alman siyasi tarihi açısından kapkara bir leke olarak tarih sayfalarında yer almıştır.
Hitler yönetimi ile Xi Jinping yönetimi açısındaki en büyük benzerlik de ikisinin de uluslararası topluma karşı pervasızca tutumudur. Avrupa’yı ‘Yahudilerden tamamen temizleme’ hayali için uzun süre bekleyen Hitler, Rusya karşısında yenilip İngiltere ile müzakere şansını kaybedince cani planlarını hızlandırmıştır ve milyonlarca insanın yok etmiştir. Yahudileri yok etme planının Amerika ve İngiltere başta olmak üzere diğer dünyada oluşturacağı tepkiyi umursamamıştır. Bugün de Xi yönetimi, ister Amerika’da Çin Komünist rejimi aleyhine çıkan yaptırımlar olsun ister İngiltere’de, isterse Fransa’da parlamento üyelerinin tepkileri olsun hiç birisini dikkate almadan Doğu Türkistan’da Uygurlara, Kazaklara, Kırgızlara ve diğer Müslüman toplumlara yönelik soykırıma devam etmektedir. İki otoriter rejim arasındaki tek fark ise Hitler, Rusya’ya yenildikten sonra uluslararası toplumla anlaşma gücünü kaybetmesi soykırımı hızlandırırken, Xi yönetimi uluslararası toplumun ekonomik çıkarlar nedeniyle kendisi karşısında el pençe divan durup üç maymunları oynamasının avantajını kullanmaktadır. İşte bu nedenle ne Merkel’in sessizliği ne de iş adamlarının Çin ile ilişkilerini sadece ‘iş’ olarak görmesi gelecekte onları ikinci kez bir soykırıma göz yummak suçlaması ile karşı karşıya kalmaktan kurtarmayacaktır.
Diğer taraftan, kuruluş amacı her zaman demokrasinin ve hesap verilebilir olmanın önemli olduğu Avrupa Birliği’nde ve özellikle Almanya’da Çin’e karşı beslenen bu naif duruş son yıllarda değişmeye başlamıştır. Özellikle Çin Komünist Partisi lideri Xi Jinping’in 2018 yılında kendisi ömür boyu başkan ilan etmesi Alman iş dünyasında çok az da olsa ‘aydınlanmaya’ yol açmıştır. Bu nedenle Alman Endüstri Federasyonu (BDI) Asya Bölüm Başkanı Freidolin Strack, 2019 yılı başında bir rapor yayınlamış ve “Çin’i dünyaya açma’ stratejisinin başarısız olduğunu ilan etmiştir. Bu raporu sayfalarına taşıyan Politico Dergisi’nde Matthew Karnistcnig imzalı makalede hiçbir zaman Çin’in batı standartlarında liberal, serbest piyasa ekonomisine sahip bir ülke olmayacağı hatırlatılmıştır, 54 maddelik uyarı listesi yapılmıştır. Yeşiller Grubu üyesi Omid Nouripour da, Almanya’nın Çin ile karşılıklı ticaretten çok Pekin’in insan hakları ihlallerine odaklanılması gerektiğini dile getirmiştir. Nouripour, Avrupa’nin geri kalanı ile birlikte Berlin yönetiminin Çin’e karşı daha net bir duruş sergilemesinin önemine işaret etmiştir. Muhalefetin bu çağrılarına rağmen Angela Merkel yönetimi maalesef bugüne kadar somut bir adım ortaya koymamıştır. Adı geçen dergiye açıklamada bulunan Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, Helmut Schmidt bakış açısının devam ettiğini “Ekonomi yolu ile dönüşüme” hala inandığını söyleyerek göstermiştir. Bu da Alman hükümetinin Çin Komünist Partisi’nin Uygurlara yaptığı soykırım ve diğer insan hakları ihlallerinin başka bir evrende gerçekleşmiş de haberleri yokmuş gibi davrandıklarını ortaya koymuştur.
Ticaret ile dönüşüme inanan Alman yönetiminin başını çektiği Avrupa Birliği (AB) bu bakış açısının neticesi olarak Çin ile karşılıklı olarak yatırım anlaşmasına imza atmıştır. Söz konusu anlaşma Avrupa’nın kuruluş felsefesine aykırı davranan Çin komünist rejimi gibi bir yönetim ile yapıldığı için tepki çekmiştir. Her ne kadar anlaşmada Çin tarafı, fikri mülkiyet hırsızlığı, karşılıklı pazarlara erişim, insanların zorla çalıştırılması ve devlet sübvansiyonlarının kötüye kullanılması konularında AB’nin istediği adımları atacağını söylese de uluslararası toplum açısından en büyük sorunlar hala devam etmektedir. Pekin hükümeti Doğu Türkistan’da soykırım politikalarını sürdürmekte, Hong Kong’da muhaliflere yönelik baskısından geri adım atmamıştır. Eğer anlaşma bütün ülkeler tarafından onaylanıp yürürlüğe girerse Avrupa, Xi Jinping otoriter yönetiminin ekonomik yörüngesine girecektir. Diğer taraftan bugüne kadar imzası bulunan bütün uluslararası sözleşmeleri ihlal eden Çin, değil Doğu Türkistan’daki toplama kamplarını kapatmak ve Uygurların köle gibi çalıştırılmasına son vermek tam tersine bu zulümleri daha hızlandırmaktadır. Çin’in insanları zorla köle gibi çalıştırmaktan vazgeçmeyeceğinin göstergesi toplama kamplarının ve onların yanına inşa edilen sanayi bölgelerinin sayılarının artmasıdır.
Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki Avrupa’nın lider ülkesi Almanya’da Naziler tarafından Yahudiler, Çingeneler, diğer toplum mensupları ve hasta insanlara yönelik soykırım suçu hala hafızalarda taze bir şekilde durmaktadır. İşte bu nedenle Alman hükümetine tarih karşısında büyük bir sorumluluk düşmektedir. Nazilerin işlediği suçların hesabını tam olarak verebilmesi için bugün, Almanya, Avrupa’ya öncülük edip Doğu Türkistan’da yaşanan soykırımı durduracak kampanyanın liderliğini üstlenmelidir. Bu sorumluluk aynı zamanda Almanya için uluslararası toplumun evrensel değerlerine sahip çıkması ve 2. dünya savaşında Nazilerin işlediği suçları telafi etmesi için bir tarihi fırsattır. Almanya, ‘bir daha asla’ sözünün gereğini yerine getirip Çin’e ve Pekin’in soykırım politikalarına dur derse, Batının moral değerlerine sahip çıktığını gösterme şansına kavuşacaktır.
Pingback:Kanada Parlamentosu’nun Uygur Soykırımı’nı tanıması örnek olmalı - Uygur Hareketi
Pingback:Çin’in Toplama kamplarındaki tecavüzlerin okuması bile zor detayları dünyayı neden yerinden oynatmadı? - Uygur Hareketi