(Derleyen Abdulhakim Idris)
Dünyanın gözleri önünde 2. Dünya savaşından sonraki en büyük soykırımlardan biri gerçekleştiriliyor. Çin Komünist Partisi, Müslüman Uygurları ve diğer Türk topluluklarını yok etmek için akıl almaz yöntemlere başvuruyor. Komünist Dikta’nın bu yaptıklarını Amerikan yönetimi ‘soykırım’ olarak tanımayı düşünüyor. Ancak dünyanın önemli bir kısmında hala hiç bir şey olmamış gibi Çin ile ilişkilerini iyi tutma çabası görülüyor. Doğu Türkistan’da hastanede çalışan ve daha sonra Türkiye’ye sığınan Hasiyet Abdulla’nın anlattıkları ise orada yaşanan vahşeti bir kez daha gözler önüne seriyor.
Hasiyet Abdulla, Amerika’dan yayın yapan Özgür Asya Radyosu’na bir süre önce Uygur halkının nasıl yok edilmek istediğini anlatıyordu. Yaklaşık 15 yıl hemşireli yapan Hasiyet Abdulla, komünist diktanın zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığındı ve halen İstanbul’da yaşıyor. Abdulla’nın verdiği bilgilere göre Pekin hükümeti Uygurlara kırsalda 3 şehirde 2 çocuk sahibi olma politikasını insanlık dışı yöntemlerle uyguluyor. Çin hastanelerinde Uygur kadınların karnındaki bebekler zorla düşürülüyor eğer bir aile sözde yasal kısıtlamalardan fazla çocuğa sahip olacaksa o çocuk doğar doğmaz katlediliyor.
Her hastanede doğum kontrolü için özel ekiplerin oluşturulduğunu ve bu birimlerin herkesin kayıtlarını düzenli olarak takip ettiklerini anlatan Abdulla, Uygur kadınların doğum yapma dönemlerinin ve onların bebek sahibi olmalarını engelleyen yöntemlerin tek tek yazıldığını söylüyor. Geçtiğimiz günlerde Alman araştırmacı Adrian Zen tarafından yayınlanan zorla kısırlaştırmaya dair rapordaki bilgileri doğrulayan emekli hemşire, özellikle son dönemde kısırlaştırma ve bebeklerin anne karnından zorla alınıp öldürülmesinde ciddi artışlar olduğuna dikkat çekiyor. Bugüne kadar Nazilerden ilham alarak kurduğu toplama kamplarını sözde eğitim merkezleri olarak dünyaya pazarlayan Komünist dikta, Adrian Zen’in raporuna dair herhangi bir yorum yapmıyor.
“Kurallar çok sıkı şekilde uygulanıyor” diyen Abdulla’nın şu ifadesi tıpkı nazilerin hem Yahudilere hem de Alman olup da hasta diye gördükleri kadınlara yaptıkları soykırımı hatırlatıyor, “Dokuz ayda doğan bebekler vardı, annede doğum sancısı başladıktan sonra öldürdük onları. Bunu doğum servislerinde yaptılar, çünkü onlara o emredilmişti. Hatta erken doğan bebekler dünyaya geldikten sonra öldürüldü. Aile planlaması görevlileri bebekleri öldürüyor bedenlerin yok ediyor. Bebekleri ailerine vermiyor.” Söz konusu emirlerin yazılı olarak en tepeden iletiliyor ve bunlara uymayan hastane yöneticileri ağır bir şekilde cezalandırılıyor.
Hasiyet Abdulla’nın anlattıklarını 1996’dan 2011 yılına kadar aile planlama ofisinde çalışan ve şu anda Hollanda’da yaşayan Shahide Yarmuhemmet de doğruluyor. Hem taşrada hem de şehirde bu ofislerin çalışmalarının çok sıkı şekilde takip edildiğini söyleyen Yarmuhemmet, görevlilerin bütün evleri tek tek dolaştıklarını, hangi kadını hamile hangisinin olmadığını tek tek takip ettiklerini ve eğer aile planlaması dışında bir bebek bekleyen anne varsa ona zorla kürtaj yaptıklarını dile getiriyor.
Zorla kürtaj yapmak zorunda bırakılan bir Uygur annenin anlattıkları da yürekleri parçalıyor. “2004 yılında dördüncü çocuğa hamile kaldığımda bunu kimse ile söylemedim. Ama görevliler bir şekilde bunu öğrendiler ve bana bu çocuktan kurtulmam gerektiğini söylediler. Önce hastaneye götürüp iğne yaptılar. Ancak ben çocuğu dünyaya getirmek gerekirse kardeşime verip orada büyümesini istedim. Fakat görevliler buna izin vermediler. Karnımdaki 5 aylık ki erkek olduğunu öğrenmiştik, zorla kürtaj yaptırılarak öldürüldü. Eğer o yaşasaydı bugün 15 yaşında bir delikanlı olacaktı”
Hem hastanede çalışanların hem de mağdurların anlattıkları, Komünist diktanın 1949 yılında işgal ettiği Doğu Türkistan’daki Uygur ve diğer Türk Müslüman topluluklarını nasıl yok etmek istediğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Gelişmeleri yakından takip edenlerin en çok dikkat çektiği husus ise Amerika’da hükümetin Çin’in yaptıklarını soykırım olarak tanımlanması düşünülürken Müslüman dünyasının takındığı sessizlik oluyor. Bu sessizlik, cahiliye Araplarına çocuklarını özellikle de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi yasaklayan Peygamber’in getirdiği dine inanan İslam ülkesi yönetimlerinin, anne karnındaki bebeklerin öldürülmesine, kendi ekonomik çıkarları için razı oldukları anlamına geliyor.