Müslümanlığın hamiliğine soyunup zalim Çin’le anlaşma yapma çelişkisi!

Source: Atlantic Council

Source: Atlantic Council

(Asım YILMAZ)

Devletin adına İSLAM Cumhuriyeti diyen, yani bütün anayasasını İslami hükümleri temel alarak hazırladığını söyleyen, hatta meclisinin adını bile İslami Danışma Meclisi koyan İran, bugünlerde Çin Komünist Partisi ile dev bir anlaşma imzalamak üzere. 25 yılı kapsayacak 400 milyar doları bulacağı söylenen anlaşma ile, İran İslam Cumhuriyeti, Çin Komünist diktasının emperyal hedeflerine payanda haline geliyor. Anlaşmaya imza atarken, Pekin Hükümeti’nin Doğu Türkistan’da Müslümanlara yönelik soykırımına da gözlerini kapıyor.

1979 yılında Ayetullah Humeyni’nin devrim ile kurduğu İran İslam Cumhuriyeti’nin Anayasası’nın 3. Maddesinin 16’ncı kısmı şöyle diyor, “Dış siyaseti, İslami ölçüler ve bütün Müslümanlarla kardeşlik taahhütlerine bağlılık ve dünyanın bütün mustaz’aflarını himaye temelleri üzerine tanzim etmek.” Tahran hükümeti, Komünist Çin Yönetimi ile imzalamak üzere olduğu dev anlaşma ile kendi anayasanın söz konusu maddesini ihlal ediyor. Çünkü adı geçen maddede Müslümanlarla kardeşlik taahhütlerine bağlılık ve mustaz’aflarını himaye hususlarını, Zalim Çin tarafından soykırıma tabi tutulan Müslüman Uygur Türkleri, Kazaklar ve diğer İslam din mensupları açısından yok sayıyor. Mustaz’af kelimesinin İslami araştırmalarda iki anlamı bulunuyor. İlki, kelimelerin anlatmaktan aciz kaldığı, dilin anlatamadığı bir kavram yani, haklı olduğu takdirde haksız duruma düşürülmüş, güçlü olduğu takdirde güçsüzleştirilmiş zaafa uğratılmış ama bunlara nazaran yılmadan, Yüce Varlığın rızasını kazanacak etkenler dahilinde hareket eden insanlar topluluğu. Diğer bir deyişle bir küfür ve zulüm diyarında bulunup oradan çıkma imkânı bulmayan, Müslümanlardan imdat bekleyen Müslümanlar için bu kavram kullanılıyor. Bugün, Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar ve diğer Müslüman topluluklar maruz kaldıkları soykırım hasebiyle “mustaz’af” olarak değerlendiriliyor. Çünkü, milyonlarca Müslüman toplama kamplarına sürülüyor, annelerin karnındaki bebekler zorla alınıyor, kadınlar kısırlaştırılıyor, çocuklar anne ve babalarından koparılıp komünist doktrine göre yetiştiriliyor, kamplarda ve hapishanelerde akıl almaz işkenceler yapılıyor.  Bu açıdan bakıldığında İran İslam Cumhuriyeti, kendi anayasasında yer alan zor durumda olan Müslümanları himaye madde etmesini Komünist Çin diktasını destekleyerek çiğniyor. İran Eski Meclis Başkanı Ali Muttahhari de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Uygur Müslümanlarının durumuna dikkat çekiyor, “Anlaşma imzalanmadan önce din ve kültürlerinden vazgeçmeleri için işkenceye uğrayan, mescitleri yıkılan 2 milyon Uygur Müslüman’ın durumu açığa kavuşturulmalıdır.”

İran İslam Cumhuriyeti’ni kuran devrimciler siyasetlerini “Ne doğu, ne batı” felsefesi üzerine inşa etmişti. Aynı zamanda o dönemin temel sloganı olanı olan bu ifadenin karşılığı, İran yönetiminin Amerika ve diğer batı ülkelerinin ‘müstemlekeciliğini’ ret etmeleri kadar komünist sistemini de kabul etmeyeceklerini özetliyordu. Tahran yönetimi, Amerikan karşıtlığına ara vermeden devam ederken sloganın ‘Ne Doğu’ yüzünü unutuyor, adı ‘komünist’ olan ve bu politik ideoloji ile kurulan ve kurulduğu günden bu yana İslam düşmanlığı yapıp Müslümanlığı yok etmek isteyen Çin Halk Cumhuriyeti ile anlaşma yapıyor. ABD kapitalizmini ‘şeytanlaştırıp’ ‘Batı müstemlekesine’ savaş açan İran yönetimi, bir başka kapitalizme üstelik kapitalist emelleri uğruna Doğu Türkistan’daki Müslümanları soy kırıma tabi tutan Çin Komünist Diktasına kapılarını sonuna kadar açıyor.

Çin Komünist diktası ile imzalanmak üzere olan anlaşma bir başka açıdan da İran’ın kendi anayasası ile çelişiyor. Tahran yönetimi kendi anayasasının bir kez daha ihlal ediyor. İran Anayasası’nın 3’üncü maddesinin 5’nci kısmı şöyle diyor, “Emperyalizmin tümüyle kovulması ve yabancı nüfuzunun önlenmesi.” Geçen günlerde kamuoyuna yansıyan ve bütün dünyanın dikkatlerini çeken gelişmeye göre Çin ile İran 400 milyar dolarlık ve 25 yıllık dönemi kapsayacak anlaşmanın son aşamasına geliyor. Alt yapıya yönelik dev inşaat yatırımlarının yanı sıra savunma ve istihbarat alanındaki iş birlikleri de masadaki hususlardan biri. Eğer söz konusu anlaşma devreye girerse, Komünist Dikta Ortadoğu’daki etki alanını inanılmaz çapta genişletiyor. Alt yapısını Çin’e emanet edecek olan Tahran yönetimi, savunma ve istihbarat paylaşımı ile kendi ülkesinde bir emperyalist devletin nüfuzuna izin veriyor. Bu da aynı zamanda kendi anayasasındaki ‘yabancı nüfuzunun önlenmesi’ maddesinin tam tersi bir duruma sebep oluyor. Çin hükümeti de dünyaya vahşi kapitalist emelleri ile hâkim olmak için geliştirdiği ‘Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ kapsamında önemli bir aşamayı geçmiş oluyor ve Doğu Türkistan’da işlediği insanlık dışı suçlar ve Müslümanlara yönelik soykırım karşısında ses çıkarmaması için adı ‘İslam’ olan bir ülkeyi parası ile teslim alıyor.