“Zorla ya da zorunlu çalıştırmanın tüm biçimlerinin kaldırılması”
Yukarıdaki ifade 1 Mayıs Uluslararası Emek ve Dayanışma Günü yani İşçi Bayramı nedeniyle hatırlanması gereken temel prensiplerden biri. Bu prensip Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 1988 yılında imzalanan Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar Bildirgesi’nden. Bildirgede, ILO’ya üye olan devletlerin yerine getirmesi gereken diğer yükümlülükler ise sendikalaşma özgürlüğü, ayrımcılığın kaldırılması ve çocuk işçiliğine son verilmesi şeklinde sıralanıyor. Çin üyesi olduğu bu uluslararası örgütün belirlediği yükümlülükleri yerine getiriyor mu? Tabi ki hayır. Bunun en çarpıcı örneği ise Müslüman Uygur Türklerini zorla Çin’in iç bölgelerine çalışmak üzere göndermeye devam ediyor.
Tarihi arka plana kısaca bakılacak olursa Uluslararası Çalışma Örgütü, 1919 yılında, 1. Dünya Savaşı’nı bitiren Versay Anlaşması kapsamında kuruldu. Kurulurken, evrensel ve kalıcı barışın ancak sosyal adalet temelinde inşa edileceği inancından hareket edilmesi hedeflendi. Bu hedef kurulduğu yıl, yani 28 Haziran 1919 yılında üye olan Çin tarafından ayaklar altına alınmış durumda. 18 Haziran 1988 yılında da ILO Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar Bildirgesi’nin yayınladı. Bildirgede sadece üye olan değil aynı zamanda üye olmayan bütün ülkelerin işçi haklarını korunmasına dair ilkelerin gereklerini yerine getirmesi bekleniyordu. Çin, bugün işçi hakları bir yana başta Uygur Türkleri ve diğer azınlıkların evrensel insan haklarını en çok çiğneyen ülkeler sırasında ilk sırada yer alıyor, üstelik adını işçi sınıfının haklarını ‘burjuva’ karşısında savunma hedefinden yola çıkarak inşa edilen Komünist Manifesto’dan alan bir parti tarafından yönetilirken.
Çin Komünist Partisi, bugünlerde kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı da resmi olarak tanıyan ilk ülkelerden. 1919 yılından beri İşçi Bayramını kutlayan Çin, 1949 yılında bunu ulusal tatil günü ilan etmişti. Şimdilerde Çin’de bugün sadece insanların aile ve arkadaşları ile vakit geçirdiği tatile dönüşüp eski anlamını yitirmiş durumda. Hali hazırda Çin yönetiminin ne insan hakkı ne de işçi hakkı diye bir endişesi yok. Bunun en büyük delili ise Komünist Parti yönetiminin vahşi kapitalizmin çarklarına ve dünyayı ekonomik olarak ele geçirme isteklerine Uygur Türklerini kurban etmesi. Avustralya Politik Araştırma Enstitüsü’nün (ASPİ) Şubat ayında yayınladığı ‘Satılık Uygurlar’ raporunda, 80 bin Uygur Türkünün, Pekin yönetiminin Nazilerden ilham alarak inşa ettiği toplama kamplarından alınarak Çin’in iç taraflarındaki fabrikalarda zorla çalışmaya gönderildiği tespit edilmişti.
1930 yılında ILO tarafından imzalanan zorla çalıştırılmaya ilişkin bildirgesinin ilk maddeleri zorla çalıştırılmanın hangi şartlarda olabileceğini yazar. Kısaca, bu maddelerde zorla çalıştırma sürecinin ancak istisnai dönemlerde mümkün olan en kısa süreyi kapsayacak şekilde olabileceğini belirtiliyor. Sadece kamusal amaçlar için ve gerekli şartlar oluşturulduktan sonra uygulanabileceği de yer alıyor bu maddelerde. Peki Çin ne yapıyor, Doğu Türkistan’ı tamamen kontrol altına almak ve Uygur halkını asimile edebilmek için zorla çalıştırmayı ömür boyu çalıştırmaya dönüştürüyor. ASPI’nin raporunda kamplarda tutulan Uygur Türklerinin Çinli aracılar tarafından piyasaya ‘hazır işçi’ yani kısaca köle olarak pazarlandığı göz önüne alınırsa Pekin yönetimi, bir adım daha öteye geçerek 21. Yüzyıl kölelik sistemini inşa ediyor.
Diğer taraftan bölgeden gelen haberler aslında zorla çalıştırılan işçi sayısının ASPI’nin raporundaki rakamları çoktan geçtiği yönünde. Yaklaşık 500 bin Uygur Türkü, kamplardan alınarak iç bölgelerdeki fabrikalara çalışmaya gönderildi. Bunun için tren hatları bile belli süreliğine zorunlu işçi taşımak üzere kapatıldı. Hem de bütün dünyanın, Çin’den çıkan coronavirüs nedeniyle çalışma saatlerini esnettiği hatta iptal ettiği dönemde Uygur halkı, hayatları hiçe sayılarak fabrikalara gönderildi. Virüsün yayılma hızının en yüksek olduğu Mart ayında sadece Hotan şehrinden 50 bin Doğu Türkistanlı otobüslere bindirilerek fabrikalara götürüldü.
Ancak, burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus, aralarında Nike, Apple, GAP ve benzeri dev markaların bulunduğu 83 şirketin, Uygurların köle olarak çalıştırılmasına doğrudan ve dolaylı olarak göz yummalarıdır. Her ne kadar yaptıkları açıklamalarda uluslararası çalışma ve insan hakları konusundaki prensiplere uygun hareket ettiklerini söyleseler de gerçekler hiç de öyle değil. Bugün imkân olsa onların fabrikalarında mühendis, yönetici, araştırmacı gibi pozisyonlarda çalışacak binlerce eğitimli insan, bu markalara hizmet veren atölyelerde birer köle gibi çalıştırılmaktadır.
Son olarak ifade etmek gerekir ki bugün Çin’in yaptığı, İngiliz yazar George Orwell’in Hayvan Çiftliği’nde anlatılanlara benzerdir. Çiftliği ele geçiren hayvanlar hep birlikte beraber çalışıp beraber üretip beraber yerler. Ancak bir süre sonra çiftliğin yönetimini ele geçiren domuzlar diğer hayvanları köle gibi kullanmaya başlar ve onlara her türlü baskı ve zulmü yaparlar. Tıpkı bugün toplumsal eşitlik ve işçilerin haklarının korunmasını temel prensip kabul eden Komünist sistemin adını taşıyan Çin’in Uygur Türkü başta olmak üzere diğer Müslüman topluluklara ve azınlıklara yaptığı gibi.